Çarşaf sünnet değil, farzdır. Bu da kanıtı. Buyurun;
1.) İmanlı kadınlara da de ki; gözlerini (erkeklerin ve kadınların avret yerlerine bakmaktan) yumsunlar ve tenâsül uzuvlarını (zinadan ve şehvetle birbirine sürtünmeden) korusunlar. (Örf ve âdete göre, zorunlu olarak) kendilerinden görünen (yüzler, ayaklar ve el)ler dışında ziynet (mahalleri olan vücutlarının diğer yer)lerini meydana çıkarmasınlar/ kendilerinden (âdet gereği) görünen (yüzük ve kına gibi) şeyler dışında (örtünmesi gereken bilezik, halhal, küpe ve gerdanlık gibi) süslerini (bile) açığa çıkarmasınlar! Örtülerini başlarından doğru (câhiliyet devrinde olduğu gibi arka taraflarına değil de,) yakaları üzere (, gerdanlarını, göğüslerini ve tüm vücutlarını kapatacak ve şekil belli etmeyecek bir halde) atsınlar! (Gizlemeleri gereken) ziynet (yer)lerini (hiçbir kimseye) açmasınlar; ancak kocalarına veya babalarına yahut kocalarının babalarına ya da oğullarına veya kocalarının (başka hanımlarından olan)oğullarına yahut erkek kardeşlerine ya da erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına (ya da amca ve dayıları gibi müebbet mahremlerine) yahut kendi(leri gibi imanlı ve hür) kadınlarına ya da (kâfir de olsalar câriyelerden) sağ ellerinin mâlik bulunduklarına veya (kadını erkekten ayıramayacak derecede bunak veya ahmak) erkeklerden (kadınla cinsel ilişkiye karşı) ihtiyaç sahibi olmadıkları halde (sadece arta kalan yemekler için) peşe takılanlara yahut kadınların avret (yer)lerinden haberleri olmaya(cak kadar küçük ola)n o çocuklara (açıvermeleri) müstesnâ! (Halhal gibi) gizlemekte oldukları o ziynetleri bilinsin (de, kendilerine meyledilsin) diye ayaklarıyla da (yere) vurmasınlar! Ey müminler! Hep birlikte Allâh’a tevbe edin! Tâ ki siz (iki cihan saâdetine kavuşarak) felâha erebilesiniz! (Nûr, 31)
Hanefî mezhebinde; yüz, eller ve ayaklar avret değilse de, bunlara şehvetle bakılması haramdır. Dolayısıyla kadının, kendisine şehvetle bakılacağına dâir en ufak bir endişesi bulunması halinde bu uzuvlarını yabancı erkeklere göstermesi câiz olmaz.
Özellikle fitne kaynayan zamanımızda şehvetle bakanla bakmayanı ayırt edebilmek her kadının her an tespit edebileceği bir şey olmadığından; kocaları ve mahremleri dışındakilere bu uzuvlarını, hele de câzibe merkezi olan yüzlerini göstermemeleri en uygun olandır! Burada geçen “Humur” kelimesinin; günümüzdeki türban ve çene altında düğümlenen başörtülerle terceme edilmesi, bu konuda sahâbe ve seleften gelen görüşlere ters düşmektedir.
Zira bu husustaki rivayetler; bu kelimenin, baştan aşağı tüm bedeni örtecek “Çâr, çarşaf ve ferâce” (ferace, günümüz feracesi değildir) gibi örtülerden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu gibi yerlerde sahâbe ve seleften gelen rivayetler göz ardı edilerek sadece lügate bakılıp mana verilemez.
Zira Kur’ân’ın tefsirini en iyi bilenler hiç şüphesiz ki vahyin nüzûlüne şâhit olan ve kastedilen manaları ilk ağızdan alan sahâbe topluluğu ile onlardan istifâde eden tâbi`în zümresidir.
Âişe (Radıyallâhu anhâ) bu âyetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Allâh muhâcirlerin hanımlarına rahmet etsin! (Onlar Kur’ân’ın emirleriyle amel etmekte o kadar ileriydiler ki, Allâh-u Te`âlâ: “Çarşaflarını başlarından doğru yakaları üzere atsınlar!” âyetini indirince, onlar hemen çarşaf gibi büyük örtüleri başlarına geçirecek şekilde yarıp onlarla örtündüler. Ensar kadınlarının kocaları kendilerine bu âyeti okuduğunda ise; Kur’ân’a onlardan daha kuvvetli inanan görmedim! Her biri kalkıp büyük çarşaflara dolandılar ve sabah namazına o vaziyette çıktılar.” (Buhârî, Tefsîr: 251, No: 4480-81, 4/1782, 1783; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, Tefsîr: 24/12, No: 4758-59, 8/347, 348)
Bu sahih rivayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere; bu âyet-i kerîmeyle amel eden sahâbe hanımlarından hiçbiri sadece başını örtecek şekilde bir örtü şekli edinmemiş, bilakis büyük çarşafların kenarlarını düzelterek ve baş geçirecek yeri yararak tüm bedenlerini kaplayacak şekilde tesettüre bürünmüşlerdir. Nitekim bu rivayetlerde geçen: “Murût” ve “Üzur” kelimelerinin müfretleri olan “Mırt” ve “İzâr” kelimeleri; lügatlerde “Çarşaf” anlamına gelen “Mülâe” kelimesiyle tefsir edilmiştir. Zaten burada geçen “Humur” kelimesinin müfredi olan “Hımâr” kelimesi de, büyük müfessir Âlûsî (Rahimehullâh) tarafından; çâr, çarşaf, ferâce gibi tüm bedeni kaplayan büyük örtü anlamına gelen “Mıkne’a” kelimesiyle açıklanmıştır. Dolayısıyla lügate doğru bakanlar da bu kelimenin, günümüzde bilinen başörtüsü anlamına gelmediğini yakînen anlayacaklardır.
Kur’ân âyetleri birbiriyle asla çelişmeyip, hepsi de birbirini tasdik ve tefsir ettiğine göre; Ahzâb Sûresi`nin 59. âyetinde “Cilbâb” emredilirken, burada sadece başörtüsünün emredilmiş olduğunu iddia etmek anlaşılacak bir şey değildir. Nitekim o âyette geçen “Cilbâb” kelimesi de; burada olduğu gibi, ibni Abbâs ve ibni Cübeyr (Radıyallâhu anhüm) tarafından: “Tepeden tırnağa tüm bedeni örten çarşaf” anlamına gelen “Mıkne’a” ve “Milhafe” gibi lafızlarla tefsir edilmiştir.(Taberî, No: 25977-78, 9/306; İbn-i Kesîr: 10/218-219; Âlûsî: 18/142, 22/88)
Şu kadar var ki; orada hür kadınların câriyelerden ayrılması hikmetine binaen “Cilbâblarını üzerlerine çeksinler!” buyrulmuş, burada ise; çarşafın üst kısmının, göğüs bölgesi açıkta kalacak şekilde sırt tarafına atılması suretinde vâki olan câhiliyet uygulamasını iptal için: “Çarşaflarını başlarından doğru yakaları üzerine atsınlar!” buyrulmuştur.
Arapça kaidesi》Dolayısıyla burada “İsti’lâ” (üzerine alma) manasında vârid olan (عَلَىٰ) harf-i cerrini "İntihây-ı gâye" (son hududu bildirme) manası için olan (إِلَى) harf-i cerriyle karıştırarak: "Yakalarına kadar başörtülerini indirsinler!" manasını tercih etmek asla doğru görülemez. Bilakis doğru mana: "Çarşaflarını başlarından itibaren, yakalarının üzerini tamamen örtecek şekilde aşağı doğru atsınlar!" şeklindedir. Arapça kural ve kaidesini bilen herkes aradaki bariz farkı görecektir.
1) Hazret-i Âişe (Radıyallâhu anhâ)nın yanına, Şamlı kadınlardan bir grup gelmişti. Hazret-i Âişe “Sizler herhâlde, hanımları hamamlara giren (orada tesettüre dikkat etmeyen) bölgedensiniz!” dedi.
Kadınlar “Evet!” diye cevap verdiler.
Hazret-i Âişe "Ama ben, Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem)in; "Elbisesini evinin hâricinde bir yerde çıkaran (yani tesettüre dikkat etmeyen) her kadın, mutlakâ Allah ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur." buyurduğunu işittim.” dedi. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4010; Tirmizî, Edeb, 43/2804)
2) Resulüllah (s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)’nın evine girdi. Kızkardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun hertarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı. Resulüllah (s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı.
Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine “Buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi. Hz. Esma uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi.
Hz. Aişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi “Kızkardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez." (Mecmeu’zzevâid nr:4168)
3) Usame b.Zeyd (r.a) nakletti. Dedi ki “Resulüllah (s.a.v) Dihye’tül- Kelbi’nin kendisine hediye ettiği mısır kumaşlarından sık dokunmuş bir elbiseyi bana giydirdi, ben de onu hanımıma giydirdim.
Resulüllah (s.a.v) daha sonra bana sordu "Ne oldu, Mısırdan gelen elbiseyi giymiyorsun?"
Dedim ki "Ey Allah’ın Resulü, ben onu hanımıma giydirdim."
Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki "Altına pijama türünden bir şey giymesini ona emreyle. Çünkü ben o elbisenin kemiklerinin hacmini belli etmesinden korkuyorum.” (Ahmet b. Hambel)
4) İbn-i Abbas (r.anhuma)’dan rivayetle “Resulüllah (s.a.v) kadınlardan erkeklere benzeyenlere, erkeklereden de kadınlara benzeyenlere lanet etti.” (Buhari nr:5751, ebu Davut nr:4098, Ahmet b.Hambel nr:3149, Nesei nr:9161)
5) “Ümmetimin son dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin (bineklerin) üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik uryandır, (giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır. Onlara lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmet b.Hambel - müsned nr.6786, Ibn-i Hibban sahih nr:5655-7347)
6) Hz. Âişe'den rivâyete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah Resulunun huzuruna girmişti.
Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çagına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir."
Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebu Davûd, Libâs, 31).
7) "Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259)
8) Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (s.a.s), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler. (Müslim, Libas.-125.)
9) Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder "Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı." (Muvatta', Libas:4)
10) "Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker." (Tirmizî, Radâ, 18)