Babamın mesleği gazeteci olmasına rağmen kendisi tam bir öğretmendi. Hayata bebek denilecek kadar erken yaşta atılmış öksüz bir çocuk, kendini olabilecek en iyi versiyonuna çevirmişti. 6 evladına da nabza göre şerbet misali konuşurdu.
İnsanları asla yargılamazdı, "onu da böyle kabul ediyoruz ki bizi böyle kabul etsin." derdi.
Eski Osmanlı medreselerinin en ünlüsü Enderûn'un kapısında "Biz kuşa yüz, balığa uç demeyiz." Yazılıymış, babamdan öğrenmiştim. O kaş çatmayı bilmezdi, sesi yükselmezdi. Daima çay içerdi ama bir kere bile bizden hizmet beklemedi.
Kendi işini daima kendi görürdü, bize ayırdığı gibi mutlaka kendine de zaman ayırırdı. Hobileri vardı. Resim çizer, eşya boyardı. Alacağı bir şey varsa 1 lirayı helalinden 1000 lira eder, gider alırdı. Yüzlerce iş batırdı ama bir kere olsun umudunu yitirmedi.
Dünya bizim gözüyle bakardı. Ev satın almaz, "Tüm dünyanın evleri benimken neden bir tanesinde sıkışıp kalayım" derdi. Gideceği hiçbir yere araba, taksi, otobüsle gitmezdi. Ya motor sürerdi çılgın ya da yürürdü.
Annem babama nazaran hem daha erken hayata atılmış, yetim kalmış, çok zulme uğramış ve 9 yaşında tek başına bir aileye bakmak zorunda kaldığı için daha ciddi. Asla maddi düşünmez, hep olayın arka yüzünü görür. Mesleği güzellik uzmanlığı olmasına, babamın fransızcası gibi annemin de 2.dili almancaydı ama hiç konuşmazlardı. Daima türkçe lisan ve harf yutmama çabası. Annem babamdan daha ciddi bir öğretmen öğretmenmiş, şimdi anlıyorum.
Kendisi yetim büyüdüğü için bizi de "oldu ki öldüm, kimseye muhtaç kalmadan birbirinize yetin ve hayatta kalın" düsturuyla büyüttü. Ev temizleme veya kirletme Annem için aynıydı. Sabahına canı çıkarcasına temizlediği evde akşam pembe gacısı gibi çekirdek çiftler yere tükürürdü.
Bizim evde para Daima ortada olurdu, kimin ne ihtiyacı varsa söyler ona göre miktar alır ve harcardı. Bu ihtiyaç fuzuli bile olabilirdi.
İsteyen istediği yerde yatabilirdi, sofraya küsmek yasaktı, birinin bir şeyi olsa hepimiz bilirdik ve ona göre istişare eder çare bulurduk.
Annem babamı, babam annemi şehvetten uzak şefkatle gözümüzün önünde devamlı sevmiştir. Öpmeleri bile öyle güzeldi ki biz bunu görünce mutlu oluyorduk. Babam bize aklına geldikçe beyaz, anneme kırmızı gül getirirdi.
Anneme atarlansak babam, babama atarlansak annem birbirlerini savunurlardı. Annem bize atarlansa babam bizi savunurdu, haklı olmasak bile. Sonra dönüp "haksız olan sizdiniz ama anneniz kızarsa bu halin üstüne gidersiniz diye yanınızda durdum. Hemen düzeltin kendinizi" der, bizi sakince o ruhaniyetten çıkarırdı.
Ananem çok pasif ama sert bir kadındı, hayatına hep erkekler hükmetmiş ama kendisi tam bir hükümet. Babaannemi resimler harici görmedim bile, kendisi babamı terk etmiş birisi. Dedelerim ölmüş zaten yani bende büyük diye biri yok.
Dayımları da babam büyüttüğü için benim adıma onlar dayıdan ziyade abi gibidir. Öyle işte...
Şimdi bu yaşadıklarımı kendi hayatımda ister istemez uyguluyorum ama öğrendiğim bir şey var. Çocuklar anne babaya ne kadar asi olursa olsun günün birinde onların tavırlarını ve sözlerini anlıyorlar. İyi veya kötü. Herkesin aklı bir zaman sonra o noktaya geliyor. O yüzden Rabbime bırakıyorum ki evlatlarımı o büyütsün, kendimi boşuna hırpalamayayım. Neticede öyle ya da böyle anlayacaklar, bana sadece analık görevimi sevgi saygıyla yapmak düşüyor.